Dolandırıcılık Psikolojisi
Günümüzde insanların sıklıkla başına gelebilen, çoğumuzun korkulu rüyası olan, artık tanıdığımız insanlara dahi şüphe ile bakmamıza neden olan dolandırıcılık olayları hepimizin psikolojisini ciddi düzeyde etkilemektedir. Kimimiz bu duruma maruz kaldığımızdan dolayı, kimilerimiz de maruz kalma korkusu ile mücadele ediyoruz. Kimdir bu dolandırıcılar? Neden insanları dolandırma ihtiyacı hissederler? Bu bir hastalık mıdır yoksa sadece zevk veya para için mi yapılır?
Çok basit bir bakış açısı ile dolandırıcı kişilerin bu işi para için yaptığı düşünülebilir. İş diyorum çünkü çoğu dolandırıcı bunu bir meslek gibi tanımlamaktadır. Hatta öyle bir anlatırlar ki üniversite sınavı ile girilen bir bölüm olduğunu dahi düşünebilirsiniz. Bu duruma bu kadar inanarak dolandırıcılık yapan kişilerin bunu sadece para için yaptıklarını düşünmek oldukça basit kalacaktır. Bu konu ile ilgili psikoloji camiası bilim dünyasına yıllarca araştırmalar, seminerler, makaleler sunmuştur. Tarihteki dolandırıcılık olaylarına baktığınızda bu durumun sadece bizim ülkemizde değil neredeyse tüm dünyada yaygın olduğunu görebilirsiniz. Ünlü dolandırıcılık olaylarında ise dolandırıcıların kendilerine ayrı bir kimlik kazandırdıklarını görebilirsiniz. Tümünün ortak özelliği ise oldukça inandırıcı olmalarıdır. Bir insan kendi söylediği yalana ne kadar inanırsa o kadar gerçekçi bir ruh haline bürünür. Hani deriz ya ‘bir şeyi kırk kere söylersen olur’ diye. İşte bir yalanı da kırk kere söylerseniz inandırıcı olur ve o yalana söyleyen de inanır.
Araştırmalarda dolandırıcılık, sahtekarlık gibi durumların kişilik bozukluğu olup olmadığına dair araştırmalar yapıldı fakat bu durumların bir kişilik bozukluğu olmadığına dair kanaat getirildi. Ben de aynı kanaatteyim. Eğer bu duruma kişilik bozukluğu dersek, kişilik bozukluklarına sahip insanları etiketlemiş ve yargılamış oluruz. Halbuki herhangi bir kişilik bozukluğuna sahip olmak depresyon geçirmek, kaygı bozukluğuna sahip olmak gibi durumlardan farklı değildir.
Bilim dünyası dolandırıcı kişilerin bu davranışlarını genetik veya biyolojik yapıdan ziyade sosyal ve kültürel yapıya bağlamıştır. Bu kişilerin yetiştiği aile ortamı ve sosyal çevre bu duruma zemin hazırlamaktadır. Dolandırıcı kişiler dolandırma eylemini cezalandırılsalar dahi devam ettirme çabasına girmektedir. Bu durum bir hastalıktan ziyade kişide zevk, haz alma gibi mekanizmaları harekete geçirmesi daha olasıdır. Bu açıdan baktığımızda dolandırıcı kişilerin biyolojik mekanizmaları bağımlılıklardaki mekanizmalara benzemektedir. Bu, bağımlı kişilerin aynı zamanda dolandırıcı olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde haz ve ödül sisteminin harekete geçtiğini gösterebilir. Bu anlamda dolandırıcılık durumuna hastalık yerine bağımlılık demek daha uygun olabilir. Belki de yeni bir bağımlılık türü ortaya çıkabilir; dolandırıcılık bağımlılığı…
Dolandırıcı kişilerin bir diğer özelliği ise oldukça yüksek ve şişirilmiş ego yapılanmasına sahip olmalarıdır. Bu sayede oldukça ikna edici olabilirler. Bu duruma ise aile ve sosyal çevrelerinde görünmez, yetersiz veya fark edilmeyen çocuklar olarak yetiştirilmeleri neden olmuş olabilir.
Biyolojik psikiyatri kuramları bu durumu beyindeki ödül merkezine bağlarken, sosyal psikoloji kuramları bu durumu aile yapısına bağlamaktadır. Bütüncül olarak baktığımızda ise her ikisi de doğru gibi görünmektedir.
Dolandırıcılık ile ilgili yazılmış en ünlü makalelerden olan, Bromberg ve Keiser’ in araştırmalarına göre bu durumun aile içindeki nevrotik çatışmaların bir sonucu olabileceği vurgulanmıştır. Bu konu ile ilgili daha fazla bilgi edinmek isteyenler Bromberg ve Keiser’ in “The Psychology of the Swindler (Dolandırıcının Psikolojisi)” makalesini okuyabilirler.