Narsistofilik Terapitofreni
Bu ara canım terapilerden, narsisizmlerden bahsetmek istedi. Çok duyuyorum bu kavramları gerek hastalarımdan gerekse sosyal çevremden ve basından. Neler anlatmak istediğimi anlatabilmek için önce biraz tarih bilgisi edinerek başlayalım isterim. “Terapi” kelimesi kesin olmamakla birlikte eski Yunancada hizmet etme anlamına gelen “therapeia” kelimesinin Fransızcaya tedavi etme anlamına gelen “therapie” olarak geçip, Türkçeye de genellikle psikolojik tedavi anlamına evrilmiş halidir. Günümüzde önüne bazı ekler koyularak tedavinin alanı betimlenmektedir. Fizyoterapi, kemoterapi, radyoterapi, psikoterapi gibi… Çocukluğumda radyoterapinin bir tür uzay mekiği olduğunu sanıyordum fakat bu konulara girmeyeceğim. Çok derin mevzular bunlar.
Narsisizm, Yunan mitolojisinde Echo ve Narcissus mitinden esinlenerek psikiyatri literatürüne bozukluk olarak girmeyi başarmış bir kelimedir. Günümüzde bazı insanları etiketlemek için de kullanılmaktadır. Hatta en yaygın kullanım alanının bu olduğunu söyleyebilirim. Klasik öyküde Narcissus, tanrılar tarafından, su yüzeyindeki kendi yansımasına aşık olup, yansımasına şarkılar ve methiyeler dizmekle cezalandırılmış, sudaki yansımasına bakarken nehre düşüp ölmekten son anda kurtulmuş gariban bir avcıdan başkası değildir. Kendine olan aşkından tükenerek ölüp narcissus pseudonarcissus çiçeğine dönüşmüş olduğu söylenir. Kızmayın ona. Hepsi tanrıların suçu. Birazcık anlayışlı olsalar, birazcık sorgulayabilseler gerçeği görebilirlerdi.
Okuduğunuz üzere narsisizm aslında insanın kendisini yüceltme arzusunun göbek adıdır. Kendimizi yüceltme arzusunun en büyük tetikleyicisi nedir? Elbette diğer canlıların varlığı… Yüceldiğimizi nasıl hissederiz? Diğer canlıları indirgeyerek. Tıpkı kimyasal bir reaksiyon gibi. Kimyada oksijen atomunu azaltma veya hidrojen atomunu artırma yoluna verilen isimdir indirgeme. O zaman yücelmenin yolu başkasının oksijenini azaltmaktan geçmekte. Sen yüceldikçe ben boğuluyorum diye düşünceleriniz varsa hayatınızda tam yerindesiniz. “Yücelen emir oksijen tutmaz”. Bu da benim buraya bırakacağım geleceğin bir atasözü olsun.
Böyle kısa kısa, mini mini bilgilerden sonra bir psikiyatristin, psikoloğun, psikoterapistin neler yaptığını irdelemek ve sorgulamak istiyorum… Bizler psikoterapistler olarak kendimizi yüceltmenin yolunun bir insana tanı koymaktan geçtiğine inanır hale gelmişiz. Koskoca insan doğasına sen “şu”sun, sende “bu” var dedikçe insan giderek küçülür hale gelmiş, kendisinin “o”ndan fazlası olamayacağına inanmasına neden olmuştur. Efendim sizde bağımlı kişilik bozukluğu var dediğimiz an kişinin falına bakmış ve geleceğini, kaderini çizmiş oluruz. Artık kişi bu çizgiden çıkamaz. Çıkarsa kişi artık o kişi olmaz, kim olacağı da belli olmaz. Aman dikkat, çizgiyi aşmamalıyım yoksa kendimi kaybederim. Sen de borderline kişilik var ama ben de yok demenin bir başka yoludur tanı koymak. Sen bozuksun ben değilim, o halde ben daha yüce bir varlığım. Ne kadar çok tanı koyarsa o kadar da yüceldiğini hisseder terapist. Ta ki kendi varlığına şarkılar, şiirler dizmeye başlayana kadar. Nereden geldiğini, basit bir avcıdan ibaret olduğunu unutur. Kim ki onu eleştirmeye kalkar, işte o zaman derinlerde bir yerlerde saklı olan avlanma arzusu harekete geçerek vahşileşir. Terapistin bu evrimi her ne kadar vahim görünse de çok daha vahim olanı terapist olmayanların yüceleşmesidir. Terapist çoğu zaman kendisini mesleki olarak sınırlayabilirken, sıradan insan evlatlarının tanı koyma arzularının sonucu olan kendini yüceleştirme çabası ya hüsranla, ya da yalnızlıkla sonuçlanır. Tanı koydukça bölünme başlar. İnsanlar artık sınıflara ayrılmıştır. Siyahlar, beyazlar, solcular, sağcılar, borderline olanlar, obsesifler, depresifler, keller, kıllılar, mutlular, mutsuzlar, seks isteyenler, aşk isteyenler… Bence dünyada insanlar ikiye ayrılır; yaşayanlar ve ölüler… Bir yaşam var olur, döngüsü ölümle sonuçlanıp yok olur. Varlık ve yokluk arasında gidip gelen bir yaşamı tek tipe indirgeyebiliriz. Oksijenini alalım elinden. Ne kaldı geriye; yaşayan ölüler…
Yaptığımız işe inanmak motive olmanın ilk şartı derler kişisel gelişimci abilerimiz, ablalarımız. İşte öyle bir inandık ki tanıyı koyduk bizden iyisi yoktur artık. Dünyanın en iyi, en önemli işini yaparız, eleştirmeye, fikrini söylemeye cüret edecek kimsecikler kalmamıştır. Öyle bir yalnızız ki bu dünyada şarkıları bile kendimize yazmaktan başka çaremiz kalmamıştır. Sonunda kendi narsisizmimizin içinde boğulur gideriz.
Narcissus, Echo’ nun aşkına karşılık veremediği için cezalandırıldı. Bizler nelere karşılık veremedik nelere… Tanrılar cezamızı vermiş zaten…