Küçük Ruhlar, BÜYÜK Bedenler
Hepimiz çocukluk yaşamlarımızı çok net hatırlamayız. Kimilerimizin zihninde çocukluk güzel anılarla, kimilerinde acı anılarla, kimilerinde ise boşluklarla yer edinmiştir. İhtiyacı olanı alabilen çocuk mutluluğuna doğru yelken açarken, alamayan yetersizliği ile kucaklaşır. Hayalleri istismar edilen çocuk utancına yenik düşerken, cezalandırılan suçluluğuna kavuşur. Tüm bunların arasında öyle bir çocuk vardır ki tüm övgüleri toplarken herkesi kurtarmaya çalışan bir kahramana dönüşür. Muhteşem kelimelerle bezenmiş hayatında küçük bir nokta olma kaderi kaçınılmaz sonu olacaktır.
Yeşim, 4 yaşında, her insan yavrusu gibi kendi çapında savunmasız bir çocuktu. Bir gün, sana oynayabileceğin bir kardeş dünyaya getireceğiz vaatleri ile dünyasını paylaşmak zorunda olduğu yeni bir varlıkla tanıştı. Tam da oyun arkadaşını bulduğunu düşünürken kardeşi ona emanet edildi. Büyümenin matah bir vaziyet olduğunu sanırken bu emanetin haklı gururunu yaşamaya başladı. Yeşim artık her şeyin en iyisini yapabildiğine inandırılıyordu. Annesinin elindeki market poşetlerini dahi taşımayabilmekten aciz bu küçük varlık en güçlü insanın bile taşıyamayacağı sorumlulukla cezalandırıldığını çok sonraları acı bir yaşam tecrübesi sayesinde anlayacaktı. Kardeşin sana emanet Yeşim dikkat et ölmesin…
Mert, 5 yaşında, her insan yavrusu gibi kendi çapında beyin hacmi olan bir çocuktu. Ailesine göre dünyanın en zeki varlığı olması muhtemel inancı ile beslenmekteydi. Alfabeyi henüz okula gitmeden sökmüştü. Aferin sana Mert ne kadar zekisin. Bunu tüm cümle aleme göstermeliyiz diyen aile Mert’ i modern sanatlar akademisinde sergilenen Salvador Dali’ nin “Galatea of the Spheres” tablosu gibi sürrealist akımın akışına bırakmışlardı. Göreceksin Mert, şimdi okula başladığında sınıfındaki herkes senin için birer geri zekalıdan ibaret olacak. Daha da korkunç olanı en iyisi sen olamazsan sıradan olma düşüncesinin yükü altında ezilip gideceksin. Mert çok yetenekli amcası çünkü onu biz yaptık…
Nisa, 8 yaşında, her insan yavrusu gibi kendi çapında şanslı bir çocuktu. Çok çalışan bir babası olduğu için onu pek göremezdi, babasının ona aldığı hediyeler kadar. Nisa’ ya ev alabilmek için, en güzel arabayı alabilmek için, beş yıldızlı tatillere götürebilmek için çalışıyordu babası. Halbuki Nisa’ nın sürücü ehliyetine ihtiyaç duymasına daha on yılı vardı. Hiçbir eve, arabaya ihtiyaç duymadı babasının ona göstereceği ufacık bir şefkat kadar. İleride onu en güzel zenginlikler bekliyor olacaktı, sevgi fakiri olarak büyüdüğü hayatında. Ne kadar şanslısın Nisa, senin kaybetmek istemeyeceğin kadar güçlü bir baban var…
Taylan, 6 yaşında, her insan yavrusu gibi kendi çapında olduğu gibi bir çocuktu. Ailesi onun için en iyisini istiyordu. Büyüdüğünde abisi Oktay gibi başarılı olacaktı. Yapabildikleri Oktay gibi, yapamadıkları kimin çocuğuydu. Abisi gibi olma yolunda verilen yükü sırtlamaya çalışan Taylan, en yakın oyun arkadaşının ezeli bir rakibe dönüşmesini fark edemeden yarışı baştan kaybetmeye mahkum ayağı sakat yarış atı misali kaderinden vurulmuştu. Ha gayret Taylan yapabilirsin yeter ki koşmaya devam et ayağının acısına aldırış etmeden…
Deniz, 7 yaşında, her insan yavrusu gibi kendi çapında büyük bir çocuktu. Kolay kolay memnun olmayan annesine kendisini kanıtlamaya çalışmaktan oynamayı unuttuğu oyunların başka çocuklarca oynanmasına kederle şahitlik ediyordu. Annesinin yarattığı cennete gideceğine inanan Deniz, tüm günahlardan arınmış bir yaşam sürebilme hayali ile yoluna devam etti. Yürüyebilirim anne, yapabilirim anne, taşıyabilirim anne, seni koruyabilirim anne, diğerlerinden iyi olabilirim anne, başarabilirim anne, beni sevebilirsin anne… Üzgünüm Deniz, annen için hiçbir zaman o cennete gidebilecek kadar iyi olamayacaksın…
Bedenleri üzerlerinde emanet gibi duran ruhlar…Bir gün yeterince iyi olacaksınız. O küçük ruhlara büyük bedenler giydirmeyi bıraktığımız vakit…